Sayfalar

10 Mart 2011

CANAN TAN "İZ"

Canan Tan’ın yeni kitabı “ İz” in konusu; Kariyerinde zirveye ulaşmış olan bir avukatın intiharı ve babasının ani ölümünün ardında yatan gizi çözmek için “İZ” peşine düşen Verda’nın başına gelenler anlatılmaktadır....



VURGUN
Sevildiğini hisseden ya da sevilebilme umudunu henüz yitirmemiş insan, sağlam bir kişiliği, güçlü bir duruşu varsa hele, yaşamına asla son vermez, veremez.
Tanım bellidir…
Dünyayla arasındaki maddesel ve ruhsal tüm bağları kopmuş fanilerin –er ya da dişi, fark etmez– kişisel tercihidir intihar.
Seçilmiş bir ölüm şeklidir. Engellenmesi güç, hatta olanaksız…
Kolay değildir cana kıymak. O can, kendi canınsa eğer, daha da çatallaşır işler.
Enine boyuna ölçer tartarsın içinde bulunduğun şartları. Ortasında debelendiğin kısırdöngünün geçit verebilecek zayıf halkasını kollarsın.
Kararlısındır belki, zerrece yalpalamadan becerir, bitiriverirsin işini.
Acımasız bir can alıcı gibi.
Belki de vazgeçmeye dünden razısındır. Hayatta kalmanı sağlayacak, koparıp attığın ya da birilerinin lime lime ettiği dirim kırıntılarını toplayıp bütünlemeyi denersin umarsızca.
Keşke bir çıkar yol olabilse… Ya da kararından caydıracak birileri.
Hastadır ruhun, benliğinse ağır yaralı. Sağlıklı düşünemezsin o anda.
Sarp kayalıklarla çevrili dar bir geçitte kısılıp kalmış bedeninin her kıpırdanışında, katran karası taşların soğuk, keskin yüzlerine değip örselenmişçesine acıdan acıya savrulup durursun.
İki kapıdan hangisine uzanacağını bilemezsin. Buhranlı, hezeyanlı, dizginlenmesi güç bir kriz sürecidir yaşadığın.
Bir atlatabilsen… Yepyeni umutlarla eskisinden de sıkı tutunabilirsin yaşama.
Denizin, maviliğini yitirdiği ölüm kokan derinliklerine bile isteye dalmış, vurgun yemiş, ama mucizevi bir kurtuluş ya da kurtarılışla sağ salim yüzeye çıkmayı başarabilmiş, rekor denemesi yapan dalgıçlar gibi…
“Nerede kalmıştık?” diyebilirsin.
Yeter ki, geriye dönüp baktığında, seni yaşama bağlayacak incecik bir pamuk ipliği kalmış olsun…
*
Onu yaşama bağlayacak incecik bir pamuk ipliği, verdiği karardan caydıracak en ufacık bir umut ışığı kalmamıştı demek!
Onu… Babamı!
KAR YOLLARI KAPASA DA
17 Ocak… Doğum günü!
“Geride kalanlarım, doğum ve ölüm yıldönümlerimi aynı gün hatırlasın ve ansınlar,” düşüncesiyle özellikle bu günü seçmiş olmalı. Her zamanki gibi, inceden inceye hesaplamış her şeyi. Kim bilir ne zaman aklına koyduysa, oya gibi işlemiş yaptığı planı, olgunlaştırmış, saptadığı tarihin gelmesini beklemiş ve uygulamış. Kabul etmeliyim ki, tam da ona yaraşır yetkinlikte bir davranış.
Adnan amcam –amcalarımdan en küçük olanı– aradığında, toplantıdan yeni çıkmıştım.
“Verda…” dedi, sustu.
“Verda,” diye yineledi, titreyen, gitgide cılızlaşan sesiyle. “Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama… Baban…”
“Ne olmuş babama?” dedim sertçe, kötü olduğu baştan belli haberi kendimden olabildiğince uzak tutmaya çalışır gibi, boş bir gayretle.
“Baban…”
“Hayır!” diye haykırdım. “Babamın öldüğünü söyleme bana lütfen!
Daha dün konuştuk… Ankara’ya geleceğimi söyledim ona… Sevindi.”
“Maalesef ağabeyimi kaybettik Verda.”
Bir anda boşalıverdi içim. Beynim, yüreğim, damarlarımda akan kan; onlarla beraber tüm benliğim, duygularım, belleğim…
Maddesel ve ruhsal işlev ve yetilerinden arınmış, tenekeden ibaret içi boş bir robot gibi kalakaldım telefonun başında.
İsyanla yadsımaya çalıştığım gerçeğin asıl acı yüzünü açıklamayı sonraya saklamıştı amcam. Aldığım ilk darbeyi özümseyip, biraz olsun sakinleşmemi bekliyordu.
“İnanamıyorum,” diye sızlandım. “Gayet iyi geliyordu sesi. Nasıl olmuş? Kalp krizi mi?”
“Söylemesi zor ama… İntihar etmiş ağabeyim. Arabasında, başından tabancayla vurulmuş halde bulmuşlar.”
“Olmaz öyle şey!” diye bağırdım var gücümle. “Olamaz… Benim babam, intihar edecek yapıda bir insan değildir.”
“Kimin ne zaman ne yapacağını önceden bilemiyoruz kızım.”
“Bu işin altında farklı bir şeyler var amca. Şu son arazi davasında birilerinin tekerine çomak sokmuş olmasın babam… Belki de hasımlarından biri çekti tetiği.”
“Çok zayıf bir ihtimal. İlk incelemeler intiharı doğruluyor. Otopsi raporu da çıkmak üzere zaten.”
Varsayımlar üzerine yorum yapmayı gereksiz görüyordu. Kendini vurmuş, demişti birileri; hiç itirazsız, olduğu gibi kabullenmişti o da.
“Cenaze yarın kalkacak,” dedi. “Yetişirse öğlen namazına, olmazsa ikindiye. Çok kar var burada… Gelecek misin sen?”
“Ne biçim bir soru bu böyle!” diye bağırdım isyanla. “Tabii ki geleceğim. Karmış, boranmış, böyle günde lafı mı

olur?”
Evet, uzun zaman olmuştu babamla yüz yüze görüşmeyeli. Yıllar önceki büyük çatırdamanın ardından gelen kopuşla farklı yerlere savrulmuştuk ama, kimi zaman bölük pörçük, kimi zaman toparlanmış; sızılı gelgitlerle hep sürdü ilişkimiz.
Dört yıldır Ankara’ya ayak basmamıştım. Doğduğum, büyüdüğüm şehre gitmem için babamın ölmesi gerekiyormuş meğer…
Kasıtlı değildi gitmeyişim. İşlerimin yoğunluğu, Bülent, Kaan… Ve tabii ki annem! Bunca yükün altında bir tek ben vardım. Hep içimdeydi ama, gidecektim. Nereden bilebilirdim, ölümün kuytulara sinip pusu kurduğunu, hepimizden rol çalıp aceleyle, pür telaş, başrol koltuğuna kuruluvereceğini…
*
Bürodan çıkarken Bülent’i aradım.
“Babam ölmüş,” dedim, gazete haberi verir gibi, yorum yapmasına fırsat tanımayan yavan bir ifadeyle. “Akşam uçağıyla Ankara’ya gidiyorum.”
Ummadığım derecede ilgili ve sıcaktı tepkisi. Çok üzüldüğünü, istersem benimle gelebileceğini söyledi. Hayır, gerek yoktu, benim gitmem yeterliydi. (İşin aslı, sağlığında görüşmediği kayınpederinin cenazesinde ne işi vardı?)
Eve girer girmez, hazırlanmaya başlamadan, annemin numarasını çevirdim. Önemli bir dava için birkaç günlüğüne Ankara’ya gidecektim. Merak etmesindi, sık sık arayacaktım oradan. Nezaket Hanım’ı da tembihleyecektim, yokluğumu hissettirmeyecekti ona.
“Bu karda kışta ne işin var Ankaralarda?” diye çıkıştı. “Yollar kapalıymış, duymadın mı? Sabahtan beri uyarı yapıyor televizyonlar…”
“Gitmek zorundayım dedim ya.”
“Anlaşıldı, sen dönene kadar rahat yok bana…”
Bıraksam sürecek sızlanması… Kısa kesip hazırlanmaya koyuldum.
Küçük bir valiz çıkardım dolaptan. Birkaç parça giysi, içi müflonlu bir çift yedek bot, el örgüsü yün kaşkol, kalın bir hırka…
Televizyonu açtım. Haklıydı annem. Haber kanallarının tümü hava şartlarına odaklanmıştı, diğerleri de altyazı geçiyorlardı. Uçak seferlerinin gecikmeli yapıldığı, kapanmış karayolları, yolları açık tutmak için biteviye çalışan kar makineleri… Umurumda değildi. Yürüyerek gitmeyi bile göze
alacak derecede kararlıydım.
Valizimi kapatırken, ekranın altından geçen yazıya takıldı gözüm.
“Ünlü avukatın intiharı… Ayrıntılar saat başı haberlerinde.”
İşi gücü bırakıp ekranın karşısına geçtim. Az sonra, ölüm haberi mi veriyor, düğün haberi mi belli olmayan pür makyaj ve pür neşe haber sunucusunun ağzından aldım ayrıntıları.
“Ünlü avukat Vedat Ali Karacan intihar etti. Ankara Barosu’na kayıtlı avukatın cesedine Adli Tıp Kurumu morgunda otopsi yapıldı. Polisin olay yeri incelemeleri ve otopsi sonuçlarına göre avukat Vedat Ali Karacan’ın otomobilinde, kendine ait ruhsatlı tabancasını başına ateşleyerek intihar
ettiği belirlendi. Karacan son günlerde, Arslanlı ailesinin avukatlığını yaptığı Çayyolu davasıyla gündemdeydi.”
Kollarım iki yanıma düşüverdi. Kafamda ürettiğim komplo teorilerim boşa çıkmıştı. Su götürür yanı yoktu, apaçık ortadaydı işte. Ne kadar kabul etmek istemesem de, gerçeği değiştiremezdim…
Babam intihar etmişti!
İyi de, neden? Anlamlandıramadığım çözümsüzlükler dolanıyordu beynimde.
Hayatta tanıdığım en güçlü insandı babam. “Güç” deyince aklıma o gelirdi. Çocukluk günlerimin biricik kahramanıydı. Sonradan yapay yol ayrımlarıyla farklı yönlere sapıp ayrı düşsek de, yüreğimin gizli kahramanı oldu o hep. Anneme rağmen…
Çözemediğim buydu, nasıl olmuştu da o güçlü adam, ancak zayıf insanlara yakıştırdığım böylesi bir eyleme girişmiş ve canına kıyabilmişti?
Kim bilir, belki genetik olarak taşıdığı o büyük gücü olur olmaz yerde savurganca harcamış ve tüketmişti. Öyle ki, onu yaşama bağlı tutacak mecali kalmamıştı sonunda…
*
Bülent, arabanın radyosunda duyduğu müjdeyle girdi içeriye.
“Uçak seferleri iptal olmuş!”
Benim için değilse de onun yönünden müjde sayılabilirdi. Böylesine olumsuz hava şartlarında yola çıkmamdan endişe duyuyordu. Ancak, vereceğim tepkiden çekindiği için dillendirmeye cesaret edemiyordu endişesini.
Kapının yanında duran valizime bakarak, “Yarın sabahtan önce yolculuk hayal,” diyerek hafifçe gülümsedi.
“Yarın sabahın garantisi var mı?” diye diklendim. “Bu gece otobüsle gidiyorum ben!”
“Bu havada, bu şartlarda… Otobüsle!”
“Evet. Sorun çıkarma Bülent. İyilik yapmak istiyorsan, terminale bırakıver beni. Onu da yapmayacaksan, taksiyle gidebilirim. Daha iyi olur aslında, bu havada arabayı çıkarmamış olursun.”
Kararlılığım karşısında süngüsü düştü. Tamam, otobüse götürecekti beni ama, yer bulamayabilirdik. (İçinden dua ettiğine eminim!) Şartları zorlamak anlamsızdı.
Yol boyunca, benimle beraber gelebileceğini yineleyip durdu Bülent.
Kopkoyu suskunluğum, hıçkıra hıçkıra, haykırarak değil de için için, sessizce döktüğüm yaşlar, fazlaca etkilemişti galiba kocamı.
Güçlükle, milim milim ilerleyebiliyorduk. İki parmak kar yağınca kördüğüm olmasına alıştığımız İstanbul trafiği, saatlerdir hızını kesmeyen tipiyle dayanılmaz hale gelmişti. Bülent arada bir gözünü yoldan bana çevirip endişe yüklü bakışlarıyla, kasılıp kalmış yüzümü inceliyordu. İtiraf
etmeliydim ki, şefkat, koruma, kollama kokan böyle sıcacık bir ilgiyi nicedir görmemiştim kocamdan.
Neyse ki yer vardı. Bankonun arkasındaki ablak yüzlü kız, hava şartlarından dolayı peş peşe iptaller geldiğini söyledi.
“Hâlâ kararlı mısın gitmeye?” diye son bir umutla sordu Bülent, yüzünde, “Herkes iptal ederken, sen nereye koşuyorsun?” gibi bir ifadeyle.
Belliydi yanıtım ve değiştirmeye hiç niyetim yoktu. Şirket görevlisi kızın uzattığı bileti, özel ve önemli bir kutlama davetiyesiymiş gibi alıp özenle çantama yerleştirdim.
Vedalaşırken, “Dikkat et kendine bari,” dedi Bülent. “Ölüme çare yok, kaçınılmaz son. Acıyı abartma, gereğince dök gözyaşını. Kendini harap etme…”
Nedir bunun ölçüsü sevgili kocacığım?
“Yaşarken neyi paylaştınız ki, öldüğünde paralanacaksın? Boş yere hırpalanmana değmez!” demeye mi getiriyorsun? Açık konuş, “Farklı nedenlerle gerektiği sıcaklıkta paylaşımları olmayan / olamayan insanlar,
canlarından can gittiğinde kaskatı durmaya mahkûmdurlar,” gibi bir öngörün mü var?
Haklısın aslında. Yalnız sen değil, çoğu kişi bu görüşte, bu eğilimde.
Sağlığında birbirinden uzak kalmış hısımların, ani gelen ölümle beraber acılara gark olması, beklenenden çok gözyaşı dökmesi samimi bulunmaz pek. Gideceğim yerde karşılaşacağım önyargı da bu. Eminim…
Acımı grama vurup tartacak, yapılması gereken bir görev için orada bulunduğumu düşünecek, arkadan arkaya dedikodu kazanı kaynatacaklar.
“Rahmetlinin –dargın değilse de– kırgın gittiği biricik kızı!
Ağla! Gün, ağlama günüdür senin için…”
Hazırlıklıyım. İçimdeki onulmaz sızı, tüm hücrelerimi inceden inceye paralarken, yaşayabileceğim olumsuzluklara karşı garip bir şekilde güçlü kılıyor beni…

16 yorum:

Gülcan dedi ki...

evet yeni bir kitap ve çok gündemde .şu an çalıştığım yerde satışa sunulmuştur. okumadım ama canan tan ın kitaplarının güzel olduğunu söylüyorlar.

mine dedi ki...

hala okumadım ben kadını okumalı merak etmeye başladım çünkü...

Unknown dedi ki...

canan tanın pirayesini ve yüregim seni çok sevdiyi okudum.ama birbirinin aynı iki kitaptı.piraye bir nebze olsun başarılıydı ama digeri kopya kitap olmuş.ogünden beridir canan tan kitabı almıyorum.belki bu kitap degişiktir.okumak lazım.

kalpkurabiye dedi ki...

canan tan ın değişik bir bakışı var seviyorum onu..
bu kitapta alıcaklarım arasında ablacımm:))
tanıtım güzeldi:)

LEZZETLİ SOMUNLAR dedi ki...

Yıldızcım; intihar çok korkunç bir düşünce. Allah kimsenin aklına sokmasın Yarabbim.. Güzel kitaba benziyor desene..Sevgiler canım..

DATLIM dedi ki...

Yazınız için teşekkürler benimde okumaya heves ettiğim bir kitap ...banada uğrayıp miminizi alırsanız sevinirim:)

Hülya dedi ki...

Ancak bu yasaklardan kurtulabildim : ) DNS i yeni cözdüm sükür : )
Canım bende istiyorum okumak, şuan cleopatrayı ve o dönemki savaşı anlatan Cleopatra kitabını okuyorum o bitsin başlayacağım bende. Sevgiler Hülya

california dedi ki...

Oley, Ocak ayından itibaren aceba Canan TAN ın yeni kitabı çıkmış mıdır diye araştırıyorum. Süpperrr, hemen alacağım. Canan TAN' ın bütün kitaplarını okudum eminim ki ''İZ'' de çok sürükleyicidir.

Adsız dedi ki...

And more and more liked it, told other people, and then got to the place where that was the biggest part of our business."
An establishment that makes and sells pizzas is called a "pizzeria".

Unknown dedi ki...

Bu kitabı okumadım,merak ediyorum. Paylaşım için teşekkürler canım.

Unknown dedi ki...

Bu yazar okunacaklar arasına alındı :)..Güzel ve keyifli bir anlatımı olduğu belli.
Teşekkürler paylaşımın için.

sümeyye dedi ki...

canan tanın farkı kitaplarında okuyucuya hitap ediyor ondan olmalı heralde canan tan romanlarını çok severek okudum izide öyle çok degişik bir bakışı var :)tavsiye ediyorumm..

sümeyye dedi ki...

canan tanın farkı kitaplarında okuyucuya hitap ediyor ondan olmalı heralde canan tan romanlarını çok severek okudum izide öyle çok degişik bir bakışı var :)tavsiye ediyorumm..

Ladamapalida dedi ki...

ßu kitabı bi hevesle aldım ve arkadaşım el koyduğu için daha dün okuyup bitirdim kitabı gerçekten mükemmel bir kitap ama bitişi keşke bu şekilde olmasaydı

Kitap Cumhuriyetim dedi ki...

Sonu kötü ve tatmin edici olmasa da okunmaya değer...

Adsız dedi ki...

kitabınız başlı başına birharika

Bookmark and Share
Related Posts with Thumbnails
Related Posts with Thumbnails